
Yalnızca bir kaç kez gördüğüm halde, eriyip gitmesini bir türlü kabullenemediğim Prenses'i düşünüyorum... Sonra da Lilo'yu. On sene. On beş sene. Bizden çok daha hayat ve sevgi dolu bu yaratıklar neden bu kadar çabuk pes ediyorlar anlamak mümkün değil. Birşey daha öğrendim Lilo'dan sonra. Bir köpek öldüğünde kimse öldüğünü söylemiyor. Hep, melek oldu deniyor. Köpek sevenler arasında sessiz bir anlaşma gibi. Köpeğimiz melek oldu! Yine de ben Prenses melek oldu demek istemiyorum. Böyle söylemek onun ölümünü hafife almak gibi geliyor. Prenses öldü. Kimsenin fark etmediği bir su damlacığı kadar yer tutsa da dünyada, şimdi o yokken hayat eskisi gibi değil.
Prenses'ten sonra ilk defa barınağa gittim. Dün... Ne yaparsam yapayım o küçüğün yitip gitmesine izin verenlerden biri olduğum hissinden kurtulamıyorum. İçimi acıtan bir suçluluk duygusu. Bir sürü keşke var arkamda bıraktığım. O küçük şey de onlardan biri artık. Kocaman da bir ders verdi bana. Hayatı erteledikçe pişmanlıktan kurtulamayacağımı çarptı yüzüme. Her keşke dediğimde, her sonra hallederim dediğimde, her cesaretsizliğimde, her kolay vazgeçtiğimde şu anın içinde olmaktan uzaklaşıyorum. Gözlerim hep arkada kalmaya mahkum... Küçükken çocuklara sorarlar ya, büyüyünce ne olmak istiyorsun, diye. Ben, ölümsüz olmak istiyorum dermişim. Sonra bir gün annemin bana, o zaman ben kızım yazar olacak, dediğini hatırlıyorum. Yazdıkları ölümsüz olacak... Anaokulundaydım o zaman. Şimdi ise otuzumdayım ve her keşke ile çocukluk hayalimden biraz daha uzaklaşıyorum.

Hiç yorum yok:
Yorum Gönder