Şevin'in KIŞ BAHÇESİ

Gökten onca kar tanesi düşer, hiçbiri bir diğerine değmezmiş.



Lilo etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Lilo etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

3/03/2010

Lilo'dan mucizeler!

Arka planda Eddie Vedder'dan Guaranteed. Hemen arkasından sıradakiler No Ceiling, Rise ve Society. Son zamanlarda beni en çok etkileyen filmin unutulmaz şarkıları. Filmin son sahnesindeki fotoğraf boğazımdaki düğümü bir kaç küçük gözyaşına çevirmişti. Artık eskisi gibi film seyredemiyorum. Ne zaman yeni bir film izleyecek olsam bir mucize gerçekleşmek üzereymiş gibi hissederdim. Yeni bir kitap okumadan önce de aynı his yerleşirdi içime. Artık mucizelere alışmış olmalıyım ki, hiçbir şey o kadar heyecanlandırmıyor beni.
...so this is what it's like to be an adult... Acaba Lilo ne düşünüyor bu konuda.
....
Şev: Lilo, uyuyor musun? Bir şey soracaktım.
Lilo: Uyuyorum.
Şev: E uyan o zaman, sana bir şey soracağım.
Lilo: ...
Şev: Bakma öyle ters ters. Bütün gün kendini yayıp uyudun zaten.
Lilo: Peki öyleyse, sabah seni uyandırdığımda sen de bana o kadar kızmayacaksın o zaman.
Şev: Pardon ama sen beni sabahın yedisinde uyandırıyorsun. Günlerdir yorgunum, uykusuzum, bir de sen başıma gelip dürtüyorsun sabahın köründe.
Lilo: Ne fark var anlamadım. Sen uyurken uyandırıyorum değil mi seni? Sen de beni ben uyurken uyandırmadın mı şimdi?
Şev: Lilocan insaf lütfen! Zaten bütün gün uyumuş olan birini akşamın bir vakti uyandırmakla, günlerdir uykusuz kalmış birini sabahın köründe uyandırmak arasında kusura bakmazsan eğer çok fark var.
Lilo: Offf, siz insanlar ve tuhaf zamansal kurallarınız. Haydi öyle olsun bakalım. Neyse sadede gel bakalım, tatlı uykumdan uyandırdığına göre önemli bir şey olmalı.
Şev: Lilo'cuğum, diyorum ki, sence hayat mucize mi?
Lilo: ... ??
Şev: Hayat diyorum, etrafımızdaki her şey, günün ağarması, mevsimlerin dönümü... mucize mi her şey?
Lilo: Bak Şevincan, önemli olan tüm bunların mucize olup olmamasından çok, senin bunları nasıl gördüğün. Einstein der ki, hayat iki şekilde yaşanır: Ya hiç mucize yokmuş gibi, ya da her şey mucizeymiş gibi.
Şev: Bak sen, neler de biliyorsun sen öyle! Yani şimdi sen diyorsun ki, her şeyi mucize gibi görmeye çalış, o zaman yaşamın kendisi bir mucize olur.
Lilo: Hiç de öyle demiyorum! Canın nasıl isterse öyle anlıyorsun. Hem bırak bu klişeleri! Sen mucize sandın diye hayat mucize mi olacak şaşkın! Ah siz insanlar kendinizi amma da ciddiye alıyorsunuz. The secret diye bir kitap çıktıydı, onu yazan da senin gibi kendini pek ciddiye alan bir arkadaş olsa gerek.
Şev: ...
Lilo: Yahu tamam alınma hemen! Bak anlatayım sana. Sen her şeyi mucize gibi görmeye çalış ...
Şev: E tamam işte, doğru anlamışım, bir de alay ediyorsun! Her şeyi mucize gibi görmeye çalış ki mucize olsun diyorsun işte!
Lilo: Yahu dur sözümü bitirmedim. Diyorum ki, her şeyi mucize gibi kabul et...
Şev: Eeee?
Lilo: Eğlenirsin!
Şev: Pardon?
Lilo: Eğlenirsin işte! Hayat daha eğlenceli olur diyorum! Neresini anlamadın akıllı bıdık!?
Şev: Bıdık sana benzer, koca kulak! Bu ne biçim teori! Hayatı mucize gibi gör, daha çok eğlenirsin! Bu ne şimdi!?
Lilo: Valla sen bilirsin! Sana şurda resmen hayatın anlamını veriyorum, hala bik bik konuşuyorsun.
Şev: Tabii zaten hayatın yegane anlamı eğlence, değil mi!?
Lilo: Yahu bana baksana sen! Hayatın anlamını, mucizesini falan bir cocker'a sorup daha nasıl bir yanıt bekliyordun hiç anlamadım doğrusu. Aç kulaklarını da dinle! Sana hayatın sırrını açıklıyorum.
Şev: Dur sen zahmet etme! Ben söylerim. Anladım artık senin kafan nasıl çalışıyor. Hayatın sırrı: Yemek, merak, oyun, uyku!
Lilo: Impressive!! Most impressive! Obi Van has taught you well!!
Şev: Aman pek de havalısın, Star Wars göndermeleri, Einstein'dan alıntılar falan...
Lilo: Ne sandın?! Bütün gün evde tek başıma ne yapıyorum sanıyorsun. Televizyon seyrediyorum, senin yarım bıraktığın kitapları okuyorum...
Şev: Bak şimdi ettiğin lafa! Yarım bıraktığım kitaplar ne demek oluyor?
Lilo: Anlamadın sanki! Yarım bıraktığın kitapları şöyle uç uca dizsek burdan Maçka Parkına yol olur!
Şev: Yahu sana ne şimdi bundan? Sana mı soracaktım neyi yarım bırakıp bırakmayacağımı? Sen hiçbir şeyi yarım bırakmıyorsun sanki!
Lilo: Bırakmıyorum tabii! Hiç yemeğimi ya da oyunu yarım bıraktığımı gördün mü?
Şev: E görmedim tabii çünkü yaptığın başka şey yok ki!
Lilo: Ben de onu diyorum Şevincan! O dediklerin var ya, yemek, top oynamak, kozalak dişlemek, bahçede taş aramak, yani oyun oynamak, işte bunlar benim mucizelerim. Ben mucizelerimden vazgeçmem, yarım da bırakmam.
Şev: ...
Lilo: Çocukken her şey mucizeydi de neden şimdi değişti diye merak ediyorsun değil mi? Küçükken benim gibiydin çünkü! Yemek, uyku, merak, oyun. Şimdi ise ne kadar taşıyamayacağın yük varsa almışsın sırtına. Bütün o istediğin kitapları okuyamazsın, sakin ol! Ondan sonra öyle yarım kalır hepsi. Herşeyin en iyisini sen yapamazsın. Beni günde beş kez dışarıya çıkaramazsın. En iyi yazıları sen yazamazsın. En unutulmaz sen olamazsın. Sırtında bu kadar yükle hangi mucizeyi göreceksin sen?
Şev: Biraz ağır oldu sanki bu söylediklerin.
Lilo: Hah tamam, bu söylediklerimi de al şimdi sırtına da yükünü daha da ağırlaştır. Yahu Şevincan hayat o kadar da ciddiye alınacak birşey değil. Ya da çok istiyorsan ciddiye almayı, ciddiyetle hafife almayı öğren. Şöyle bir sakin olsan, yavaşlasan, koşmasan... Bunu başarabilirsen çocukluğundaki gibi daha yavaş akmaya başlayacak zaman. Mucizeleri görmek için de daha çok zamanın ve yerin olacak hayatında. Cocker kafası nasıl birşey o zaman anlayacaksın!
Şev: Lilocan alınma ama cocker kafasına falan ulaşmaya çalışmıyorum ben.
Lilo: Zaten senden o performansı beklemiyorum! Neyse boşver, ne yesek?!
Şev: Buyur işte! Al sana cocker kafası!
Lilo: Sabah altıda uyandırayım mı? Top oynarız.
Şev: ...

2/02/2010

Günün en güzel anı.



Kendi kendime uydurduğum bir oyun var. Oyun da denmez ya. Gün sonunda sormayı adet edindiğim basit bir soru diyelim. Sorumuz uyumadan hemen önce sorulur ve şudur: Günün en güzel anı ve en kötü anı hangisiydi? En kötü anını bulmak için uzun uzun düşünürsem günüm gayet iyi geçmiş demektir. En güzel an için de uzunca bir süre düşünmem gerektiyse iki seçenek var. Birincisi günüm harika geçmiş ve bir sürü güzel an içinden en iyisini bulamıyorum. İkinci seçenek ise tabii ki tam tersi, güzel bir anıdan yoksun pek zavallı bir gün geçirmiş olma ihtimali.
Bugün soruyu önce Lilo'ya soralım.

Şevin: Lilocan, bu günün senin için en güzel anı hangisiydi?
Lilo: Senin eve döndüğün an.
Şevin: Hmmm pekiii, günün en kötü anı?
Lilo: Kötü an diye bir şey yok, onu siz insanlar uyduruyorsunuz. Herşey iyi, herşey güzel!
Şevin: Hmmm bilmiyorum Lilocan, madem kötü an yok, o zaman iyi anlar da yok.
Lilo: İyiyle kötüyü tabii ki siz uydurdunuz. Ama şimdi seni üzüp kafanı karıştırmak istemediğimden iyi anla ilgili soruna cevap verdim.
Şevin: Ama Lilocan, esas şimdi aklımı karıştırıyorsun.
Lilo: Peki tamam, en baştan başlayalım. Öncelikle ben senin gibi değilim. Hafızama o kadar da bağlı olmadığım için iyiye ve kötüye pek kafamı takmıyorum.
Şevin: Ne demek şimdi hafızaya kafayı takmamak? Senin derdin gecenin bu saatinde iyice kafamı karıştırmak sanırım.
Lilo: Şöyle anlatayım, en iyisi bir örnekle... Bazen birlikte gezmeye çıktığımızda yerde ekmek parçası falan bulup hemen mideye indirmeye çalışıyorum ya?
Şevin: Evet?
Lilo: Ama sen izin vermiyorsun yememe, hemen beni sürüklercesine uzaklaştırıyorsun ordan. Ben önce ekmeğe ulaşmak için direnmeye kalkıyorum, ama hemen sonra vazgeçiyorum. Unutup önüme bakıyorum. Başka bir köşede başka bir ekmek ya da simit bulabilirim. Sonra hemen bir taş görüyorum, alıp oynamak istiyorum ama sen yine izin vermiyorsun, dişlerime zararlı falan diye. Çekiştiriyorsun beni. Ben önce direnir gibi yapıp sonra hemen unutuyorum, aynı coşkuyla bir yaprağa atılıyorum. Sonra yapraktan sıkılıp, aynı coşkuyla bir kozalağa doğru koşuyorum. Kozalaktan sıkılıp coşkumu hiç yitirmeden bir kediyi koşturuyorum.
Şevin: Yani sen canın ne isterse istesin, hemen unutup bir başka şeye yöneldiğin için mi mutlusun?
Lilo: Mutluluğu nerden çıkardın şimdi? Mutluluktan bahseden oldu mu? Ben sadece sana hafıza işin içine girdi mi herşeyi ne kadar ağırlaştırdığını, siz insanların bu yüzden herşeyi iyi ve kötü diye sınıflandırmadan yapamadığınızı anlatmaya çalışıyorum.
Şevin: Ne demek şimdi bu Lilocan? Sen şimdi bana, herşeyi unut mu demek istiyorsun? Herşeyi kolaylıkla unutursam o zaman iyi ve kötünün ötesine mi geçeceğim? Bu mu anlatmaya çalıştığın? Önüne çıkan ekmeği boşver, nası olsa bir taş bulursun. Taşı da boşver bir kozalak çıkar karşına. Onu da boşver, yapraklarla oynarsın. Yaprağı da boşver, kedilerle oynarsın. Doğru mu anlıyorum?
Lilo: Eksik anlıyorsun. Ve tabii ki esas noktayı kaçırıyorsun. Bir kere şunu unutma, bir saniye sonra unutacak bile olsam, istediğimi almak için çaba gösteriyorum. Üstelik anahtar kelimeye dikkat etmedin yine. Ne dedim; coşkuyla. Hep coşkuyla atılıyorum aklımı çelen şeye. Ama ulaşamayınca da karalar bağlayamam kusura bakma, afacan bir köpeciğim ben. Nasıl olsa beni oyalayacak birşey çıkar önüme. Hem ben ihtiyacım olmayan şeylerin tutsağı olamam sizin gibi.
Şevin: Tamam Lilocan, anafikir az çok alındı! Ama ben senin gibi afacan, yaramaz bir köpecik olmadığım için önüme çıkan ve elde edemediğim kozalakları, ağaç yapraklarını o kadar çabuk unutamam. Hemen kafamı çevirip bir başka kozalağa yönelemem.
Lilo: Yapamazsın biliyorum, nicedir anladım siz insanların ne garip yaratıklar olduğunuzu. Hem yapabilsen bile zaten bu da yetmez küçük Padawan! Ne dedim? Coşkuyla! Yerden alamadığın o kozalağa duyduğun coşkunun aynısıyla atılman gerek ağaç yapraklarına. Bunu yapabilir misin? Sanmıyorum. Baksana gün bitmiş, yenisi gözlerini dikmiş sana bakıyor ama sen hala bu günün en güzel anı, en kötü anı diye bir oyun tutturmuş enerji harcıyorsun.
Şevin:Ama yeter artık Lilo, biraz ağır olmadı mı bu eleştiriler? Koca kulaklı bir maymun suratlıdan işittiklerime bak! Benden intikam falan mı alıyorsun o son kozalağı eve getirmene izin vermedim diye?
Lilo: Hangi kozalak?
Şevin: Öfff tamam, tamam anladım. Unuttun gitti bile sen o kozalağı. Umurunda bile değil artık, doğru anlamış mıyım?
Lilo: En çok kendini akıllı sandığında gülüyorum sana Şevincan! Aslında biz köpekler hiçbir şeyi unutmayız. Sadece hafızamın tutsağı değilim, sana bunu anlatmaya çalışıyorum. Aradan on gün de geçse o kozalağı kapıdan çıkarken sana hiç çaktırmadan alırım ben. Ama şu noktaya dikkat et; şu anda aklım o kozalakta değil. Eve getiremedim diye dert etmiyorum.
Şevin: Neyse, onu bunu bırak da şu kozalak işini söylemen iyi oldu. Yarın senden önce davranıp bahçeye atayım en iyisi!
Lilo: Atarsan at Şevincan, bahçe kozalak dolu.
Şevin: Aman iyice bilge Yoda kesildin başıma! Haydi yatalım artık.
Lilo: Ya Şevincan, onu bunu bırak da mutfaktan fındık fıstık falan getirsene.
Şevin: Buyrun bakalım, senin bilgeliğin de buraya kadar!
Lilo: Ekmek de olur.
Şevin: ......

2/01/2010

Silent all these years!

Lilo hayatıma girdikten sonra ne kadar da değişti herşey. Neler öğrendim koca kulaklı, maymun suratlı, yaramaz bir köpek yavrusundan. Hiç böyle koşulsuzca, teklifsizce kalbini açan yaratık görmemiştim. Bir köpeğe hiç dokunmamıştım kirlidir diye. Lilo daha kırk günlükken odada yalnız kalıp korkudan ağladığında daha önce hiç ağlayan köpek görmemiştim. Ya da görsem de bakmamıştım. Sonra Lilo çok hastalandığında, İmren Hanım boşuna para harcamayın isterseniz demişti, bu kesin gidici. En fazla terlik büyüklüğündeydi o zaman. Hergün aramıştık İmren Hanım'ı, sonra nihayet bir hafta sonra, tamam dedi, hayati tehlikeyi atlattı, bir de dedi ki, artık buna iyi bakın, bu küçük şey en az on sene sizinle yaşayacak. On sene. O an farkettim işin ciddiyetini. Bir ay sonra sıkılıp atmayacağız. Bir yıl sonra başkasına vermeyeceğiz. Minik maymun en az on sene bizim kızımız olacak. O günün üzerinden neredeyse üç sene geçti ve ben şimdi nasıl olur da bu kadar az yaşadıklarını anlamaya çalışıyorum.
Yalnızca bir kaç kez gördüğüm halde, eriyip gitmesini bir türlü kabullenemediğim Prenses'i düşünüyorum... Sonra da Lilo'yu. On sene. On beş sene. Bizden çok daha hayat ve sevgi dolu bu yaratıklar neden bu kadar çabuk pes ediyorlar anlamak mümkün değil. Birşey daha öğrendim Lilo'dan sonra. Bir köpek öldüğünde kimse öldüğünü söylemiyor. Hep, melek oldu deniyor. Köpek sevenler arasında sessiz bir anlaşma gibi. Köpeğimiz melek oldu! Yine de ben Prenses melek oldu demek istemiyorum. Böyle söylemek onun ölümünü hafife almak gibi geliyor. Prenses öldü. Kimsenin fark etmediği bir su damlacığı kadar yer tutsa da dünyada, şimdi o yokken hayat eskisi gibi değil.
Prenses'ten sonra ilk defa barınağa gittim. Dün... Ne yaparsam yapayım o küçüğün yitip gitmesine izin verenlerden biri olduğum hissinden kurtulamıyorum. İçimi acıtan bir suçluluk duygusu. Bir sürü keşke var arkamda bıraktığım. O küçük şey de onlardan biri artık. Kocaman da bir ders verdi bana. Hayatı erteledikçe pişmanlıktan kurtulamayacağımı çarptı yüzüme. Her keşke dediğimde, her sonra hallederim dediğimde, her cesaretsizliğimde, her kolay vazgeçtiğimde şu anın içinde olmaktan uzaklaşıyorum. Gözlerim hep arkada kalmaya mahkum... Küçükken çocuklara sorarlar ya, büyüyünce ne olmak istiyorsun, diye. Ben, ölümsüz olmak istiyorum dermişim. Sonra bir gün annemin bana, o zaman ben kızım yazar olacak, dediğini hatırlıyorum. Yazdıkları ölümsüz olacak... Anaokulundaydım o zaman. Şimdi ise otuzumdayım ve her keşke ile çocukluk hayalimden biraz daha uzaklaşıyorum.