Şevin'in KIŞ BAHÇESİ

Gökten onca kar tanesi düşer, hiçbiri bir diğerine değmezmiş.



9/15/2010

İyi ki doğdum!




Yılın en can sıkıcı günü. Doğumgünüm. Kendimi en fazla eleştirdiğim, kendime karşı en acımasız olduğum güne bir saat var. Bu sefer bir değişiklik yapıp bir gün önceden başladım. Yorulana kadar kendimle kavga ettim. Sanki iki kişiyim. Bir tanesi diğerine düşman. Hep diğerine çelme takma peşinde. Bir de arkasına geçip sanki, "gördün mü bak, yine nasıl zor durumda bıraktım seni" der gibi sırıtıyor acımadan. Bu acımasız öbür yanım arkama geçip fısıldıyor: O yeni kitap çevirisini sen almak istememiştin ama ben sırf seni zor durumda bıramak için aldım! Çevirmek için zamanın olmayacağını ben biliyordum ama yine de ikna ettim seni. Neden mi? Seni zor durumda bırakmak için! ... Sanki içimde bana bunları söyleyen diğer bir yanım var. Üstelik her şeyi yapmama engel olan yanım da işte bu acımasız tarafım. Neler yapmam gerekiyordu bugün! Sabah yürüyüş yapacaktım. Sonra evle ilgilenecektim. Yemek yapacaktım. Bir sürü ütü yapılacaktı. Lilo'yu veterinere götürecektim. Akşam Buket'le kürek çekmeye gidecektim. Şu Katalan dergisi için istedikleri makaleyi yazmaya başlayacaktım. Yanıtlanmamış elektronik postaları gözden geçirecektim. Kitap okuyacaktım. En sevdiğim televizyon programının tekrarı vardı, yine kaçırdım. Giymediğim kıyafetleri ayırıp, bir yerlere gönderecektim. En önemlisi, oturup çeviri yapacaktım. Sonuç? Sıfır. Peki ne yaptım bugün ben? Bilmiyorum. Günlerin nasıl böyle uçup gittiğini anlamıyorum. Daha doğrusu, yapmam gereken şeylerin hiç birini yapmadan, günlerin böyle çarçabuk uçuk gitmesine nasıl izin verdiğimi anlamıyorum. Her günün sonunda yapmam gereken şeyler tortop bir yumak haline geliyor ve bu sorumluluk yumağı başımın üstüne çöreklenip beni aşağı doğru itiyor. Boyun fıtığı olmam da bu yüzden... Akşam olunca bünyemde tuhaf bir sinirlilik hali oluştu. Önce Lilo'ya kızdım sonra da Kaan'a huysuzlandım. Lilo'nun patilerindeki yaralara baticon almak için nöbetçi eczane aradık. Eczane bulamadık, daha çok sinirlendim. "Bir şeye mı kızdın", dedi Kaan. Bilmiyorum, dedim. Kızıp kızmadığımı bilmiyorum diye daha da çok sinirlendim. Sonra durdum durdum, yine sinirlendim. Bir türlü anlayamadım sinirimin sebebini, sonra durup düşününce yine bir sonraki güne ertelediğim sorumluluk baloncuğunun ruhuma baskı yapmakta olduğunu fark ettim. O zaman içimdeki o acımasız tarafım arkama geçip yine başladı söylenmeye. Bugün de tek bir sayfa bile çeviremedin değil mi! ...
İnsan hayatını nereye kadar erteleyebilir? Yarın otuz iki yaşına basıyorum. Aslında öyle memnunum ki bu yaşlarda olmaktan. Hayatımda ilk defa aklım başımda. Prenses öldüğünden beri de eskisi kadar kötü değil erteleme hastalığım. Arada bir, bugün gibi bazı günlerde nüksediyor ama genelde sorumluluk yumağını eskisine oranla daha iyi taşıyorum. Haydi itiraf edeyim, çok daha huzurluyum son zamanlarda. En iyisi bugün hisettiğim şu
günleri boş geçirme ve erteleme korkusunu yine kronik hale getirmemek. Şu acımasız diğer yarımı da sevindirmeyeyim boşu boşuna. Günü boş mu geçirdim? Peki o zaman, geceyi değenlendiririm. Biraz az uyurum bu akşam ve çeviriye kaldığım yerden devam ederim. Bugün çevireceğim bölüm bana doğumgünü hediyesi olsun. Hem o kadar da boş geçirmedim ki ben bugünü! Lilo'yu gezdirdim, Belgin'le güzel bir kahve içtik; Lara'nın bir milyon sorusundan bir kaç tanesine cevap verdim; Ayşegül geldi, bahçede başımız dönene kadar salıncakta sallandık; Lilo'yla Nancy'nin bahçede koşturmasını seyrettik; harika bir fırında makarna yaptık; Ayşegül bana stumble upon denen sitenin nasıl çalıştığını gösterdi, kendimi hala sms bile okuyamayan annem gibi hissedip eğlendim.
Daha ne olsun? İçimdeki diğer yanım hala söyleniyor: Yetmez, yetmez! En az on sayfa çeviri yapıp, yeni yıkanmış gömlekleri ütüleyecektin! Sen bir susar mısın?! Hüzünle oturup geçen güne hayıflanmak bana mı kalmış! ... Ne demişler, evren sana dikenler gönderiyorsa üzülme, yakında güller gönderecek demektir. Küçük bir kızın bünyesi için fazla dikenli bir çocukluk ve gençlik geçirdiğime göre ... burnuma gül kokuları geliyor sanki! Bu anlamsız ve çocukça yazıyı burda sonlandırıp kitabıma dönüyorum. Hayata dönüyorum. Doğumgünüm kutlu olsun. İyi ki doğmuşum!

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder