Şevin'in KIŞ BAHÇESİ

Gökten onca kar tanesi düşer, hiçbiri bir diğerine değmezmiş.



4/30/2011

Present Tense



Hayat seni dördüncü nesil kral kelebeği olmaya zorluyorsa ne yapacaksın? İnkar mı edeceksin senden önceki nesillerden daha güçlü olduğunu? Yolu bilmediğini mi söyleyeceksin? Yola çıkıp yarı yolda vaz mı geçeceksin? Dönüşümün kolay olduğunu kim söyledi sana? Kolay olmayacak. Hiçbir zaman kolay olmadı hayatın. Şimdi biraz dozu arttırdı hayat. Çünkü rahata alışmıştın. Yola çıkmaya gönüllü değildin. Ama bir süredir dünya dar gelmeye başladı sana. Yine yollara kaçma isteği düştü içine. Yıllar öncesine ait hayaletler gölge düşürdü şimdiki zamana.


İnsan dışında doğadaki bütün canlıların ortak özelliği şu anı yaşıyor olmaları. İnsanın bir türlü iç huzuru yakalayamaması da bu yüzden. Anda yaşamayı beceremeyen bir yaratık olarak insan ya geçmişin travmalarında, ya geleceğin belirsizliğinde endişeyle yolunu kaybediyor. Uzun süredir anda yaşama sanatını öğrendiğini sanan bir insanoğlu olarak bu günlerde tepetaklak yere yuvarlandım. Ayağa kalkmayı bir türlü beceremiyorum. Hayatımda en çok yer kaplaması gereken şu an, geçmişin ve geleceğin ağırlığıyla silindi gitti. Bu ağırlığın altında ezilip küçücük oluyorum. Hayat tam da kendine en çok güvendiğin anda sarsabilir seni. Darbenin nerden geldiğini anlamaya zamanın bile olmadan kendini sıfır noktasında bulabilirsin. Sen huzur içinde yaşayıp büyük cümleler kurarken hayat sinsice güler sana.


Bir Meksika atasözü şöyle der, Tanrı’yı güldürmek istiyorsan ona planlarından bahset! Sen sapasağlam yere basıp nereye gittiğinden emin ilerlediğini sanırken hayat şöyle bir omzuna dokunup seni yere serebilir. Şaşakalırsın. Peki ne yapmalı? Kader böyleymiş deyip her şeyi kabullenmek mi gerek? Olasılıkların sonsuz olduğu bir evrende hiçbir şey istemeden sana gelenleri kabul edip yaşayıp gitmek mi en iyisi? Huzur kadercilikte mi saklı? Huzur seçimlerinle mutlu olabilmekte değil mi? Seçimlerimi yaparken ben ne kadar özgürüm? Dostoyevski şöyle diyordu, isteğin eline kalmış bir hayat deli saçmasından fazlası değildir. Ama yine de yaşamaktır, karekökü almak değil. Öyleyse öncelikle şunun seçimini yap dürüstçe; yaşayacak mısın, karekökü mü alacaksın? Sonra da ağlayıp sızlanmayı bırak ve seçiminin arkasında durmayı öğren. Ancak kendini dünyanın manyetik alanına bırakabildiğinde gitmen gereken yol bütün berraklığıyla önünde belirecek. Hatta daha iyisi, yol senin gitmek istediğin yönde saygıyla açılacak. Son nesil kral kelebekleri yapıyorsa, sen de yapabilirsin.

4/12/2011

Yol.

İstanbul'a sırtımı döndüm ve güneşin doğduğu tarafa yöneldim. Her şeyden kaçmak istediğimde nereye kaçarım diye sordum ve yolun kendisine kaçmaya karar verdim. Kendimi bildim bileli yollardayım. Yolu evim sanmam işte bu yüzden. Dün yol bana bir sürü sürpriz hazırlamıştı üstelik. Dört mevsim bir günde, bir yolda... İstanbul bulutluydu, İzmit güneşli. Bolu'da kar yağmaya başlayınca çocuklar gibi sevindim. Ankara kasvetliydi, hızla geçip gittim. Tuz gölü pembe olmuştu. Hasandağı birden karşıma çıkıp sersemletti beni. Nevşehir'e yaklaşınca bulutlar arasından güneş bile göründü. Sonra yine kar yağdı Uçhisar'a varmadan önce. Sanki tek başımaydım bütün yol boyunca. Bütün dünyada yalnızca ben kalmıştım. Tek başıma gelip geçtim bir sürü şehirden, köyden. Her zamanki gibi köylerden geçerken küçük evlere bakıp, soba başında kıvrılıp uyusam diye hayaller kurdum. Ama ben o köylerin hiçbirine ait değildim. Ancak hiçbir yere ait olmayanlar kendilerini yola ait hissederler. Hiçbir yere ait olmayan, aynı zamanda her yere ait olandır. Benim köklerim yok. Ait olduğum köyüm yok. Yolun kendisine, yaşamın kendisine aidim.