Şevin'in KIŞ BAHÇESİ

Gökten onca kar tanesi düşer, hiçbiri bir diğerine değmezmiş.



5/01/2011

Make Your Own Kind of Music!

Lykus River, 4214 no’lu oda. Bir arkadaşım hayatının zor bir dönemindeyken bir otel odasında sabaha kadar kendisiyle hesaplaştığından bahsetmişti. Oda numarasını unutmuyordu. Ben de buraya, 4214 no’lu odaya hayatımda canımı acıtan ne varsa gömmek istiyorum. Son günlerin yorgunluğuna ve moralsizliğine bir de hastalık eklendi. Sabahtan beri ateşim düşmüyor. Dayak yemiş gibiyim. Uykusuz, yorgun ve hastayım ama vücudumda ağrımayan bir yer olmadığından uyumakta da zorluk çekiyorum. Bu yazıya uygun bir fon müziği aradım. Muse’da karar kıldım. Muscle Museum, akustik versiyonu. … But you still want to spoil it… To prove I've made a big mistake… Birkaç kez akustik versiyonu dinledikten sonra normal versiyona dönebilirim. And I don't want you to adore me…Don't want you to ignore me… When it pleases you… Kaan bu şarkıyı dinlememle hep dalga geçerdi. Tuhaf bir şarkı dinleme alışkanlığın var diyordu! Bir şarkıya kafayı takınca sadece o şarkıyı dinliyorsun! Evet, Muscle Museum olayını biraz abartmış olabilirim. Bir aralar beynime bir çip taktırsam da bir düğmeye falan basınca kafamın içinde yine çalamaya başlasa diye düşünüyordum. Neyse normale döndüm. Haftada birkaç kez dinliyorum yalnızca. Ha bir de telefonum da Muscle Museum şeklinde çalıyor ama o sayılmaz çünkü genelde sessizde duruyor turdayım diye. Bir ara da Hoobastank, The First Of Me dinliyordum düzenli olarak günce üç öğün. Neyse ki araba kullanırken dinlemedim hiç! The First Of Me bu! Hız sınırı falan boş verdirebilir insana. You were born to lead the way and be the first of you! I am not the next of them, I am the first of me! Bu kadar gaz bir şarkı duymadım hayatımda. Depresyona, özgüven eksikliğine bire bir. Ama doğru dürüst bir şeyler yazmak istiyorsam bir numaralı seçimim Into the Wild Soundtack’tir. Society’yle başlanır hep. No Ceiling ve Rise ile devap edilir.



Nerden geldim buralara. En son 4214 no’lu odaya neler gömeceğimi düşünüyordum. Ama ateşim hala düşmüyor ve sanırım ateşten saçmalamaya başladım. Babam aradı az önce. Benden çıktığı şüpheli gibi görünen hasta sesimi duyunca doktor çağır hemen dedi. Tuhaf geldi. Herkes benim için endişelenmeye başlayalı beri babam bile benim sağlığımla ilgilenir oldu! Her hastalandığımda olduğu gibi annemi arayıp ağlayıp sızlamak istedim. Aradım. Annem daha telefonu bile açmamıştı ve benim gözlerim nemlenmeye başlamıştı bile! Bilimsel bir araştırmaya göre çocuklar annelerinin yanında hastalık ve huysuzluklarını abartma eğiliminde oluyorlarmış. Demek ki kapris değil, bilimsel gerçek! Ben de arkama koskoca bilimi alarak ne kadar hasta olduğumu anlatıp onu üzmek için annemi aradım! Ama telefonu öyle telaşlı açtı ki, kim bilir ne için koşturuyordu yine! Ben de bu sefer acımasız olamadım. Hastalıktan bir acayip çıkan sesimi normalleştirmeye çalışarak havadan sudan konuştum. Peki ya hastayım diye kimi arayıp üzeyim diye düşünürken aklıma küçük kardeş Hümeyra’cık geldi. Bu günlerde onu belki az endişelendirmişimdir diye düşünerek arayıp ne kadar hasta olduğumu anlattım. Biraz rahatladım.



Arka planda Eddie Vedder, Rise çalmaya başladı. Tuhaftır hep başka şarkılar dinleyerek başlıyorum yazmaya ama bu şarkıda takılıp devam ediyorum. Bunca zamandır üç bin kez dinlediğim şarkının sözlerine de nasıl olmuş da hiç dikkat etmemişim anlamadım. Gonna rise up... Burning back holes in dark memories... Gonna rise up... Turning mistakes into gold...



Peki ya neyi arkamda bırakacağım 4214 no’lu odaya gömerek? Neyin hesaplaşmasını yapacağım? Bir süre durup dinlenmeliyim belki de. Kendimden hesaplaşmalar beklemek biraz acımasızca olmuyor mu? Zaten hastayım ben! Ateşim gitgide artıyor. Ateşim arttıkça da saçmalama olasılığım artıyor. Öyleyse 4214 no’lu odaya kendime olan acımasızlığımı gömüp yarın sabah kapıyı çekip çıkmalıyım bu odadan. Kendimi beğenmişliğimi de bırakmalıyım burda. Dünyada herkes hata yapabilir ama bir tek ben mi yapamam? Hadi canım sen de, diyerek kapıyı bu düşüncenin üstüne örtmeliyim yarın sabah. Yeni hayatımda istemediğim bazı insanların da yüzüne çarpmalıyım kapıyı. Ama onu beceremem sanırım, dürüst olmalıyım en azından! Kin tutmayı ne zaman becerebildim ki ben! Asla affedemem dediklerimi bile affetmem milisaniyenin onda biri kadar sürüyor! Yine de 4214 no’lu odanın kapısının ardında bırakmam gereken bir iki isim var aklımda.



Şimdi de Pearl Jam, Footsteps çalıyor arka planda. Bu şarkıyı bir kereden fazla dinlersem intihar eğilimi gösterebilirim. I did what i had to do... If there was a reason, it was you... I got scratches, all over my arms… One for each day, since I fell apart… I did, what I had to do… If there was a reason, it was you...



Artık uyumak gerek. Anlaşılan ben beceremeyeceğim şu iç hesaplaşmasını. Belki de bu oda insanın kendisiyle hesaplaşması için fazla yeşil! Ya da aşağıdaki hamam ve aromatik yağ masajlı spa sefasından sonra kendime acımaya konsantre olamıyorum! Yarın turun son günü. Kuşadası’ndayım. Belki oradaki otelde şöyle iyice kasvetli bir oda verirler de ben de şöyle doya doya kendime acıyıp hüngür sümük ağlayarak hasta ve ateşler içinde ıstırap çekerim! Ama bugün mutsuz olmaya ve geçmişe hayıflanıp, keşke şöyle olsaydı demeye halim yok. Öyleyse unutulmaz Lost Soundtrack’tan gelsin, Petula Clark’tan Downtown… When you're alone and life is making you lonely you can always go downtown… Kesmezse Lost’dan devam edip, üzerine bir de Make Your Kind of Music patlatırsam iç hesaplaşma falan tarih olmuş demektir! You gotta make your own kind of music... sing your own special song… Make your own kind of music even if nobody else sings along…



Nokta!



2 yorum:

  1. Cabaret (Lisa Minelli) yi de dinle bi ara:

    What good is sitting alone in your room?
    Come hear the music play.
    Life is a Cabaret, old chum,
    Come to the Cabaret

    YanıtlaSil
  2. Eger bu kadar duygulu ve yetenekliysen,eğer bu kadar güzel hissedip düşünüp yazabiliyorsan,eğer kalplere erişebiliyorsan ki sen kalpler kraliçesisin,Varsın be Şevin'cim.Yaşayalım hepsini varsın gitsin.

    YanıtlaSil