Şevin'in KIŞ BAHÇESİ

Gökten onca kar tanesi düşer, hiçbiri bir diğerine değmezmiş.



6/06/2010

Sağanak




Ve nihayet... Sağanak vadileri yıkamaya başladı. Bugün biraz gösteriş meraklısı yağmur. Kendini bir gösterip, bir uzaklaşıyor. Gidenin ardından üzülüp yas tutmayı huy edinmiş bir insan oğlu olarak bakakalıyorum ardından. Böyle ani çekip gitmeseydi, böyle şiddetle özlemezdim... Bulutlar bile dağıldı. Şimdi geriye tatlı bir serinlik kaldı. Bu haziran yağmurunun serinliği de son günlerdeki tuhaf ve ağırlaşmış ruh halimi dağıtmazsa artık ne dağıtır bilmiyorum. Yalnızca yorgunlukla açıklayamayacağım bir garip yorgunluk hali. Uzunca bir yolun sonuna gelip, nereye geldiğimi anlamaz, nerden geldiğimi hatırlamaz gibiyim. Devam etmek için fazlasıyla yorgunum. Geri dönmek de mümkün değil. Olası geleceklerden birinin beni beklediği şu meşhur çatallanan yollardan birine sapmak üzereyim. Böylesi bir dönüm noktasına gelindiğinde devam etmek ancak cesaretle mümkün olur. Hangisi daha acıklı bilmiyorum; beni kendisini seçtiğime en çok pişman edecek yola sapmak mı, yoksa hangi yola sapacağını bilmeden öylece durup, sonunda hiçbir yola sapamamak mı? Bilincini bir tarafa bırakıp yalnızca içinden geldiği gibi yürümelisin diyor her şeyin üzerindeki görünmez, sessiz yasalar. Bilinç, hafıza; işte en büyük düşmanların! Ama yolun başına kadar içinden geldiği yollardan geçerek gelmemiş olursa insan, yolun ayrıldığı yerde seçim yapması gerektiğinde de böyle şaşkın ve ürkek kalakalır. "Bilinç böyle korkak ediyor hepimizi" diyen Hamlet kadar kafam karışık. Yolumu kaybettiğim her seferde olduğu gibi içime bir kaçıp gitme arzusu yerleşti. Kendimi ve endişelerimi götüremeyecek kadar uzak bir coğrafya bulup çekip gitmek... Bir fotoğraf gördüm dün. Galatasaray'da Yapı Kredi'nin önündeki sergiden... Karlar içinde bir manzara, Grönland'da bir yerlerde çekilmiş. Arkada belli belirsiz sisli dağlar, sol köşede donmuş bir göl, ortada bir yerlerde terkedilmiş köpek kızakları ve nihayet fotoğrafın sağ üst köşesinde masmavi küçücük bir kulübe. Mavi kulübenin içinde bir küçük soba yansa, kıvrılıp uyusam diye hayıflandım durdum. Fotoğrafın başından ayrılamadım bir türlü. İsiyorum ki seçeceğim yol beni oraya götürsün; o karlı fotoğrafın sağ üstköşesindeki mavi kulübenin hisettirdiği huzura. Sonunda, göz açıp kapayana kadar eriyip giden umursamaz sağanak gibi, kısacık süren acımasız aşklar gibi gelip geçti mavi kulübe. Ben de hangi yoldan gidersem oraya varırım bilemeden, çatallanan yolun başında kalakaldım. Hangisi daha acıklı bilmiyorum, hangi yoldan gideceğini bilememek mi, içten içe nereye gitmek gerektiğini sezip de gidememek mi!

1 yorum:

  1. sayın blog sahibi lütfen yazıların yanındaki resimleri kesmeyinnnnnnn :)) öpütümm (hümoş)

    YanıtlaSil